Yaşanmamış Aşklara


    Güneş batmak üzereydi kendini sokağa attığında. Aklındaysa dönüp duran iki dize vardı: "Sana büyük caddelerin birinde rastlasam / Elimi uzatsam tutsam götürsem..." O kör karanlığın yeşiline karışma arzusundan başka hiçbir şey düşünemez olmuştu. Yol kısaldıkça, adımları yavaşladı. Kalbi göğsünde değildi caddenin başına geldiğinde. Tuttu ellerinden kalbinin, yürüdü. Ne zaman geçmiştir burdan, diye düşündü bir an. Adımlarının sıcaklığını hissetmeye çalıştı. Yaklaştı. Bir kez daha gelmişti böyle nefesini tutup. Ayakları birbirine dolanmasaydı eğer, eğer farketseydi o onu, geçecekti caddenin karşısına. Yapamamıştı. Bu kez başkaydı ama. Ona gitmek için çıkmamıştı yola, yol onu ona götürmüştü. Kalbinin elleri iyiden iyiye terliyordu. Yaklaştı. Görüş alanına girdiğinde mekan, gözleri hızla onu aradı. Kitaplar, defterler, oyuncaklar, camdaki yazılar, "neredesin, neredesin, nerede"... Göremedi. Müşteri olsam, tabi ya, yürü dedi. İlk kez indi kaldırımdan. Caddeyi geçerken önce soldan gelen aracı gördü, hızla geçti. Sonra onun gölgesini... Yürüdü. Caddenin tam ortasına geldiğinde onun gölgesinde bir siluet gördü. Bir kadın silueti... Güzel bir kadının kopkoyu silueti... Bir daha görürse eğer tanımamak için yalnızca o koyu silueti... Derken korna sesiyle irkildi. Ama artık sağdan gelen araç umrunda değildi... 


DELİ KIZIN TÜRKÜSÜ / GÜLTEN AKIN

III

Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü

Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur gecelerin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden

M.6




  Bir şiirde rastladı, yoksa hatırlamazdı. Çok zaman geçmiş meğer üstlerinden. Neredeyse yaşadıkları kadar. "İnsan sevmeyi bırakmaz, sevmek bırakır insanı" demiş ya şair, düşündü bir an, ne zaman bırakmıştı onu sevmek? Bir gün, bir ay, bir mevsim düşündü. Anımsayamadı. Kalkıp sağı solu karıştırdı sonra. Bir şey aradı, tek bir şey, o günlerden, o yıllardan kalan, kalabilen. Bir fotoğraf, belki bir kıyafet, bir takı, bir yazı, yaşadığına, yaşadıklarına kanıt olacak bir şey... Bulamadı. Tek bir iz bulamadı. Gözünü hayatına çevirmeseydi bulamazdı da... En büyük iz hayatıydı çünkü, bugünüydü. O yıllardan kalan en büyük iz korkaklığıydı. Gece yarıları bilmediği kentlerde bilmediği otobüslerin peşinde koşan o kızı şimdi görse tanır mıydı? Ne kadar uzaktı şimdi ona o gözükara cesaret... Etindeki metal izlerini anımsadı sonra. Bakmalı mıydı ellerine? Bir aşktan ona kalan tek somut şey birkaç yara izi miydi? Belki o izler bile geçmiştir diye düşündü bakmadan ellerine. Sonra bir sahne hatırladı. Dolu dolu gözlerle konuşmadan ona bakan bir çift göz. Aynı adam mıydı o ikisi? Yara açan ve yaralanan? Emin olamadı... Takvime kaydı sonra gözleri... Kaç yıl kalmıştı kapısında, öldürdüğü kadını diriltmek için? O sözler, yeminler, yalvarışlar kaç yıl? Ya sonra? Ne zaman vazgeçmişti, ne zaman anlamıştı artık bu kadını tanımadığını? Hiçbirini cevaplayamadı... Hem nerden gelmişti şimdi tüm bunlar aklına? Şiir, dedi; evet o şiir...

   Bir şiirde rastladı, yoksa hatırlamazdı...



"düşünüp düşümden ayrı kaldığım"


  ...
  Sonra kalktım, sıyırdım perdeleri; yetmedi. Pencereleri açtım, bulutları sildim; olmadı. Dedim kaldırsam atsam kendimi... Atsam, ama yeryüzüne değil, gökyüzüne düşer miyim?

  Durup uzun uzun baktım onun göğüne...

  Değil, hiç mümkün değil...





"Mona Rosa seni görmemeliyim"


  "Bugün sana uzaktan baktım yine... Hissetmiş gibi başını benden yana çevirdin... Akıp giden caddeye boş gözlerle baktın... Camın arkasında durmuş sana bakan bir kadın vardı az ötende... Görmedin... Gözlerimi kapadım bir an. Girdim kapından içeri. Tanıyamadın mı? Hayır, hayır; tanıdın. Bildin bir bakışta beni. Gözlerindeki ifade şaşkınlık mı, sevinç mi, yoksa üzüldün mü? Yüzlerce bakış geçti bakışlarından... Bilemedin... Tuttum elinden, dışarı çıkardım seni o yerden, o semtten, o şehirden, o ülkeden, o dünyadan... 7 gün, 7 gece gittik... O kadar çok gittik ki, ardımızda kalanlar bir zamanlar yaşadığımızı bile unuttu... O kadar çok gittik ki, biz bile unuttuk kendimizi... Durdum sonra, baktım yüzüne... Yüzündeki acıları teker teker öptüm... Sonra ellerini... "Bir adamın eli öpülür mü hiç" diye sordun; "Öpülür" dedim... Yorgunsa taşımaktan ellerinde herkesi, ama en çok anlamaktan yorgunsa elleri; en çok elleri öpülür bir adamın" diyip kapandım ellerine... O kapıdan içeri girdim ve uyandırdım seni o derin uykundan. Açtım sonra gözlerimi. Hala oradaydın, o camın ardında... İndim kaldırımdan. Sense ayağa kalktın. "Burdayım, burda" diye bir an el etmek istedim sana; ama sen arkanı döndün o anda. Durdum. Taş kesti bir an ayaklarım. Durdum öylece. Adımlarım gerisin geri döndü geldiği yere. Eğdim başımı sonra önüme, tuttum evimin yolunu..

  Hepsi bu... Sonrası yok."

  Sonu yok.




"Biraz Sessiz Ol; Seni Duyacaklar"

   
   Tam uyumaya hazırlanıyordu ki, yağmur başladı. Üşenmedi kalktı. Perdeleri açtı, ardından pencereyi. Lambayı söndürdü. Sigara içmek için bundan güzel zaman yoktu onun için. Bir sigara yaktı. Ardından bir tane daha. Telefonun ucundaki bahsettikleriyle onu gülümsetti. Derken aklına hiç aklından çıkmayan düştü. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Neyse, dedi; konu bu değil. Açtı tekrar okudu son cümleleri. Yüzü tekrar düştü. Hala pencerenin önündeydi. Birden üşüdüğünü farketti. Üşüdüğünü birden değil, birden üşüdüğünü. Yine de ayrılmadan pencerenin önünden, inadına daha çok üşüdü. Uyumalı dedi, sonra. Her şey anormaldi, her zamanki gibi hiçbir şey normal değildi. Yatağa girmesiyle birden bir ağlama geldi. Gökyüzüne mi özenmişti? Hayır. Çok özlemişti. Gökyüzünü neden özlesin! O hep oradaydı zaten. Çok özledim ama, çok özledim derken, birden, aniden, olmaz dedi. Böyle olmaz. Zaten hiç düşünmeden alırdı kararlarını. Eğer düşünürse, hiçbir şey yapmazdı çünkü. Ardı ardına birkaç cümle sıraladı. Bekledi. Sonra birkaç tane daha. “Ne söyleyebilirim ki” dedi beklenen. “Özledim” diyebilirdi. Demedi. “Kendine iyi bak” demek düştü ona da. “Sen de..” dedi beklenen. Sonunda iki noktasıyla bir “sen de”. Oysa o cümlenin sonuna nokta yakışırdı. 


   Düşünmeden kopardı attı onu gerçeğe bağlayan kabloları. Birkaç kişiye bir telefon numarası bıraktı. Sonra yatağa girdi. Sonra yatağa gökyüzü girdi. Sonra yatağa yağmur bulutları. Yağmur ormanları... Yağmur olup yağdı sonra yatağa. Bir saat mi, hayır iki de değil, üç saat yağdı. Ara ara sigara yaktı. Yağmur sağanaktı, ama sigarayı bile söndüremedi. Ağırlaşan yaprakların arasından bir sahne seçti, birkaç da fotoğraf. 3 dk.lık sahne döne döne oynarken, fotoğraflara yağmur yağıyordu. Sonra... Sonra nihayet dindi. En son ne zaman böyle yağmıştı, tabii ki hatırladı. 2 seneden biraz fazla. Bir tek bunu düşündü. Hayır, yalan söylüyorum, bir şey daha düşündü. Onun o anlarda ne yapıyor olabileceğini. Uyuyorsa, rüyasında ne görebileceğini. Rüya görürken, nasıl görüneceğini. Yine kendini mi kandırıyordu? Belki de o böyle yağarken, beklenen, bir sevişmenin tam da ortasındaydı. Bir nevi o da yağıyordu. Bunu düşünüp, bir sigara daha yaktı, onun zevk sigarasını. Fakat nasıl olduysa birden çakmağı düşürdü, ormana değil, onun yatak odasına. Kendi kendine söylendi:



   Biraz sessiz ol, seni duyacaklar.




...

nasıl da buldun beni, elinle koymuş gibi. tir tir titriyorum şimdi. ya ben bulamazsam hiç seni?