SOLUK SOLUĞA - Ahmet TELLİ

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı 

Ama atıldı yine de serüvenlere 
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya 
Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. 



Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı 
- ki onlar daima birer yalnızdılar 



Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup 
Gitmişti o kentten anımsamıyor artık 
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala 
Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği 
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine 
Korkular geçiren o kız nerededir şimdi 
Sensiz olursam yaşayamam diyen 
O liseli kız hangi kentte kaldı 
Ve o sarışın 
O afeti devran bekler mi hala 
Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını 



Üşüten bir acıydı belki her ayrılık 
Her yolculuk yangınların başladığı yereydi 
Ama vakti olmadı hesabını tutmaya 
Aşkların, ayrılıkların ve acıların 



İstese de kalamazdı vakti gelince 
Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda 
Yürek burkulması ve hüzün ve keder 
Aralıksız doldururdu acıların bohçasını 
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği 
İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi 
Ay bile soğuktur o zaman 
Bir buz parçasıdır 
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara 
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler 



Biraz da serüvendi yaşamak 
Belki yatkındı büyük yolculuklara 
Ki serüvenler daima büyük aşklar 
Ve büyük yolculuklarla başlar 



Anıları aşkları ve bir kenti 
Bırakıp gidebilirdi apansız 
Apansız başlardı yolculuklar 
Hangi saatinde olursa günün 
Ve hep kar yağardı nedense 
Durmadan kar yağardı yol boyunca 
Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün 
Kent görünmez olunca arkada 
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından 
Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun 



Ne zaman yollara düşse biterdi acılar 
Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından 
Kavaklarsa oynak bir çingene kızı 
Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları 



Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta 
Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz 
Ölümdür biraz hep aynı yatakta 
Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak 
Kitapları hep aynı raflara sıralamak 
Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz 
Soluk soluğa yaşamalı insan 
Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli 
Ve cehenneme dönse de bir ömür 
Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün 



Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı 
Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre 
Ölüme ve aşka durmadan kement atan 
Serüvenlerle geçsin yaşamak 



Buz tutmuş bir dünya ortasında 
Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla 
Önünde dağlar, uçurumlar 
Sarsılan gök, yarılan toprak 
Çelik uğultularla burgaçlanırken 
Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu 
Ve her nasılsa keklik sekişli 
Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine 
Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa 
Ne kalmışsa bir önceki serüvenden 



Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları 
Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde 
Pervasız bir acemi, bir çılgın 
Soyu tükenen bir bilgeydi belki de... 



O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe 
Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey 
Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı 
Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında 
Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki 
Sevince deli gibi severdi 
Pervasız severdi sevince 
Dövüşmek ancak ona yakışırdı 
Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar 
Yoktu bağlandığı herhangi bir şey 
Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından 



Ne bilir ömrün değerini bir çılgın 
Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir 
Ve başarısız eylemler çağında o 
Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten 



Yerleşik yargıları olmadı hiç 
Kurmadı güzel gelecek düşleri 
Nerede bir yangın, nerede tehlike 
O mutlaka oradaydı birdenbire 
Dinsizdi, özgür sayılırdı belki 
Ama bağlanmazdı özgürlüğe de 
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı 
Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını 
Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü 
Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi 



Ayrıntıların izi kalmamış artık 
Üst üste yaşanmakta ayrılıklar 
Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir 
Dağların, denizlerin üzerinden 



Geride kalan ne varsa soluktur şimdi 
Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir 
O eski konaklar gibidir anılar 
Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman 
Belki sağanak boşanır apansız 
Yüzyıllık bir yağmur başlar 
Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar 
Yok olup gider her şey, belki kül olur 



Hırçın bir okyanustur yürek 
Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni 
Anılarsa birer çıban izidir 
Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde 



Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak 
Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi 
Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa 
Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü 
Bekleyişleri kemiren çakal sesleri 
Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti 
Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın 
Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz 
Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri 
Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı 



Bir ömrün olgunlaştıramayacağı 
acemilikler toplamı ve bir çılgın 
boyun eğmedi kendine bile 
seçme zorunda kalmadı yaşamayı 



nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana 
bağlanmadı kendine de ömür boyu 
dağlara tırmana atlar gibi 
soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı 
bir şahin gibi bulutlara kurdu 
dumanlı sevdaların yörük çadırını 
sıradan bir gezgin değildi hiç 
dövüşür gibi yaşadı yolculukları 
belki korkusuz sayılmazdı büsbütün 
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman 



ve bütün gemileri yakıp 
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla 
mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri 
umutlardansa nefret etti daima 



hep yanıldı ve yenilgilere uğradı 
ama atıldı yine de serüvenlere 



pervasız bir acemi 
soyu tükenen bir bilgeydi belki de 



Ama bir şey vardı yine de 
Başarısız ihtilallerden kendine kalan