40 küsür lira

Sehpayı devirdi bir vuruşla. Şarj aletinin kablosu koptu. Telefonu düştü. Valizini çıkardı hemen saklandığı yerden. Ardından eşyalarını da. Maksimum 7 dk da hazırdı. Birbiri ardına yaparken toplanma işlemini, aklına gelmedi o valizi en fazla birkaç saat sonra boşaltması gerekeceği. Hazırladığı valizi balkona koydu, duşa girdi. Gidip bilet almak gerekiyordu. Köpükler içinde girerken tekrar suyun altına, o an belki de sudan bile daha hızlı bir kelime düştü aklına. "Para." Cüzdanındaki parayı düşündü. 40 küsür lira. 40 küsür. 40. Duştan çıktı. Odasına girdi. Kapıyı kilitleyip yatağa uzandı. Yüzü duvara dönük tekrar etti: 40 küsür lira. Hiçbir yere gitmiyordu. Çünkü muhtaçtı. 24 yaşında genç bir kadın olarak o an ilk kez lanet etti, seçtiği meslek uğruna ömründen çaldığı yıllara. Hala babasına muhtaç 24 yaşında sinirli genç bir kadın. Nereye gidiyordu? Ailesi olmadan gidebileceği en uzak mesafe banyo ile yatağı arasındaki mesafeydi. Ne olursa olsun artık para kazanmak zorundaydı, okulun bitmesini bekleyemezdi. Çünkü o sinirli bir kadındı. O an sadece annesine değil, tüm dünyaya kızgındı. Parayı nefes alma aracı yapan dünyaya. Onu o an sadece cebinde 40 küsür lira olduğu için yatağa mıhlayan dünyaya. Başağrısını geçirmeyeceğini bildiği halde yine de bir ilaç almak için doğruldu. Hayır üstünde havlu da yoktu aslında, o an üstünde derisi bile yoktu belki de. Ilacı yuttu, suyu içti ve odasına geri döndü. Balkonda gitmeye hazır duran valizi ona gülüyordu.