Bir Küçük Tuhaf Hikaye

  Bu benim bir küçük tuhaf hikayem. Belki okur umuduyla yazılmaya başlanmış, ama kelimeler savruldukça oraya buraya, savruldukları yerde kalacakları hissiyle içimi kemirmiş, üstelik bir hikaye olduğundan bile habersiz hikayem...
  
  Her pazartesi gibi, her gün gibi, her gece gibi bir geceydi; dünyama düşüverdi. Eskiden rock yıldızları süslerdi rüyalarımı, şimdi kelimelerden dünyalar yaratan adamlar, dedim. Bir kısa sohbettir heyecanını yatıştır, dedim. Şaşırmayalı ne kadar uzun zaman olmuş meğer... O kısa sohbet o harikalı gecede kalacak hissiyle uyandım ertesi sabah. Fakat kalmadı. Bir ses yankılanır oldu karanlığımda her gece... Hem de beni tanımazdan önce yalnızlığımı, açık pencerelerin önünde elimde bir kahve fincanıyla siyah beyaz sayfalardan paylaşmaya gelen bir adamın sesi. Kimin aklına gelirdi ki? Benim gelmezdi.


  ''tanrım kör bir çocuk rüyasında ne görür, 

bildiği ne var ki karanlıktan başka?''
(ibrahim tenekeci)



  Tanıştığımız her insanın bir görevle hayatımıza dahil olduklarına inanan bir arkadaşım vardı. Onu anımsadım o günlerde. Çünkü hayatıma düştükten sonra bu adamın sesinin yankısı çok güzel bir şey oldu. Çok güzel bir şeydi ama korkuttu beni yine de, içime bir "Ya sadece buysa hayatıma değme sebebi" korkusu düştü. Korktuğum başıma gelir ya her zaman, geldi de işte. Anlamlandıramadığım bir şekilde susuverdi bir anda. Tahmin edememiştim bu suskunluğu, böyle sessiz kalması sesime aklıma gelmezdi, aynı dünyama düşmesinin aklıma gelmeyeceği gibi...


"dünya küçük demişlerdi, nerdesin
kuyruğunu bırakması gibi bir kertenkelenin
kim böyle ulu orta yerde bırakır
ve yazmaz birkaç satır"
(ibrahim tenekeci)

  
  
  Beni anlamdıramadığı için böyle anlamdıramadığım bir sessizliğe büründü diye düşünüyorum bugünlerde. Özellikle bugün yazdıklarını okuduktan sonra. Ama anlayabilirdi, anlaması gerekirdi. Evet korkuyorum, acıdan korkuyorum, kendime güvenim yok, aşktan korkuyorum, karşılıksız aşktan korkuyorum, onun ruhuma işlemesinden ama dünyasının dışında kalmaktan. Kaybedecek daha neyin var, diyor; doğru söylüyor ama "Kaybedecek neyim var" mottosuyla hayatımı boka çevirdiğim de bir zaman dilimi var benim. İstediğim sadece acele etmemekti. Bir arkadaş gibi hayatına sızmak istedim önce. Hani içine almaz da dışında bırakırsa beni çok acımasın diye. Önce hayatına sızmak istedim. Sonra gideyim istedim yamacına. Bir şey olup olmayacağını o zaman görmek istedim. Ne istediğini bilmeyen, korkak, tuhaf biri olarak anlaşıldıysam ya da hiç anlaşılmadıysam biliyorum benim suçum. Ama bu koyu sessizliği de hakedecek bir şey yapmamıştım. Kendimce kurduğum bir dengem vardı. Kapalı bir hayatım. Birbirini tanımayan birkaç arkadaş grubundan onlarca arkadaştan eleyip eleyip 2-3 kişiye düşürdüğüm huzurlu ama mutsuz bir dünyam. Mutsuzluktan mutsuz olmadığım bir dünyam. Dengemi bozdu. Dengemi bozdu ve saklandı. Elimde bir kahve fincanı pencere önlerinde oturup, cümlelerini izleyip, sessizliğini dinlemek kaldı bana yine...



düşen bir yaprağa bağladım hayatımı

olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında

kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim seninle sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.

kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et:
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
doktor şükrü bey'den üç ayda bir reçete.

acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda
koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.


  


(ibrahim tenekeci)