Deniz Kızı ve Küçük Kara Balık

  “Geçer” dedi güzel bir deniz kızı, taşların arasına saklanmış küçük kara balığa. “Durulur su… Uykuya dalar gibi geçer…”
  Taşın arkasından başını uzattı balık: “Geçer tabii, bilirim.”
  “Bilirsin de neden girmeye çalışırsın tekrar o iki koca taşın arasına küçük kara balık?”
  “Acıyor” dedi balık. “İnanan yerlerim acıyor. Duyan kulaklarım. Konuşan dilim. Gören gözlerim acıyor.  Aklım… En çok aklım acıyor.”
  “Etin daha çok acımaz ruhundan, ama öğretmişti bunu sana yıllar evvel, soğuk keskin bir metal. Gel küçük kara balık, gel girme tekrar o taşların altına…”
  “Bilirim acımaz etim ruhumdan çok.. Bedenimdeki belli belirsiz yara izleri fısıldar bana her gece bunu, bilirim, unutmam hiç.. Ama bir şey var o günlerden kalan. Turgut Uyar demiş ki:

 Her şeyden biraz kalır” diyor
  Birileri,
  Çoğulluk haklılıktır.
  Kavanozda biraz kahve,
  Kutuda biraz ekmek,
  İnsanda biraz acı…

  Peki ya bende kalan ne güzel deniz kızı? Etimdeki metal izlerinden başka… Bende kalan ne?”
  “Sen…” dedi deniz kızı, “Sen…”, “Kapattın sen ruhunun pencerelerini… İçerde aynı hava dönüyor yıllardır. Anlıyor musun?”
  “Anlamıyorum” dedi balık. “Bir ıhlamur kokusu var burnumda… Ihlamur kokacaktı odalarım, gece değil… Anason değil… Tütün değil… Yalan değil… Aptallık değil… Büyümüyorum ben artık deniz kızı, küçülüyorum… Ihlamur kokacaktı anlıyor musun? Oysa şimdi…”
  “Yeter” dedi deniz kızı… Ya da küçük kara balık öyle hayal etti… Gerçek ile hayali karıştırırdı zaten oldum olası birbirine… Hayalleri gerçeklere tercih ederdi belki de… Uzun bir sessizlik oldu… Ne zaman böylesi diyalogların arasına bir sessizlik girse aynı şeyi düşünürdü balık:

  “Biliyor seçtiği adın kendine hiç yakışmadığını,
  Sımsıcak sarılmayı unutmuş,
  Bilmiyor öpmeyi
  Kenti bir uçtan bir uca yürüyebilmek
  Sevdiğinin kollarında bulutlara bakarak

  -Boşver bunları, diyor karşılığı yok yaşamda”

  Yıllar var ki severdi sessizliği balık… Ama katlanamaz olmuştu artık uzun susuşlara. O yüzden ilk o bozdu durgunluğu:
  “Peki ya sen güzel deniz kızı, sen nasılsın?”
  Deniz kızı tam cevap verecekti ki duraladı. Nasıldı? Hangi kelimeleri, hangi ses tonunu seçeceğini şaşırdı. Ne anlatabilirdi ki bu küçük kara balığa… Düşündü…
  “Gittin mi” dedi balık, belli belirsiz bir şekilde, “Gittin…”
  “Burdayım” dedi deniz kızı… “Burdayım, kırmızı taşın ardında. Nasılsın dersen bilemem belki ben bile, ama burdayım. Belki de budur bazen bir ‘Nasılsın’ sorusunun beklenen cevabı. Ne dersin?”
  Bazen, dedi balık… “Ama bencillik olmaz mı bu?”
  “Olmaz” dedi deniz kızı.
  “Peki, nerde bulurum seni deniz kızı?” diye sordu balık.
  “Konuşmak istediğinde herhangi bir kırmızı taşa vursan kuyruğunu kafidir balık. Duyarım ben, duyar gelirim nerdeysen…”
  “Hep o kırmızı taşların ardında mı duracaksın” dedi balık. Bir an için unutmuştu kendini. Deniz kızını merak etmişti yine. Ama deniz kızı her zamanki gibi hem orada, hem değildi. “Kim bilir” dedi uzaklaşırken, “Belki bir gün güneşe daha yakından bakarız birlikte.”
  Küçük kara balığın taşlarının arasından bir hava kabarcığı yükseldi. “Güneşe daha yakından bakmak” dedi kendinin bile zor duyduğu bir sesle… “O kadar yüzebilir miyim birgün yeniden…”
  O daha cümlesini bitirmeden ulaştı denizin yüzeyine hava kabarcığı. Güneşi gördü, güneşe durdu ve selamladı… Deniz kızını ve küçük kara balığı beklemeye başladı…