Cinnet Mamulleri

Evrenin acısını neden hep biz çekiyoruz? Bir günde sezaryenle doğurun şu güneşi. Evet kahve köpüğü dana işkembesine benziyor.. ve sokakta havlayan uyuz köpekler en az halkım kadar aç!

İnsan ayrımı yapmam, lakin çamaşır yıkarken yumuşatıcı kullanmayan annelerin çocuklarını daha çok severim. Büyük beden ceketler, bir numara büyük ayakkabılar ve lanet kapitalizmin simit fiyatları üzerindeki susamsal baskısı, kopya bünyeleri çekiştiren bir hayat. Fotokopiyi tanımak için okullara giderdik, ben sadece zilin çalmasına odaklanırdım, Pavlov’un mu, sistemin mi köpeğiydim bilmiyorum!

Kuyuya düştünüz mü hiç? Karanlıktır ve durmadan sıkıştırır bedeninizi. Kendinizi lanetlenmiş sayarsınız. Siz dipteyken yukarıda rahat hareket eden insanları düşünüp küfürler savurursunuz. Çocukluğumun bir döneminde, duvarları küf tutmuş bir evde yaşıyordum. Geceleri ay ışığı vurduğunda oda denizi andırıyordu. Her gece yosunları izleyip uykuya dalardım, sabah boğulmuş olmak umuduyla. Şimdi paradan puldan bahsedenlere gülüp geçiyorum. Balıkların yaşamak için paraya ihtiyacı yok ki, pul yeterli..

Her mevsim başkaydı hüznümüz. Yazın nem oranı yüksek, kışın parçalı bulutlu. Ama her daim yaş akardı gözümüzden film şeridi gibi. Başı hüzün, sonu hüzün, ortası parçalı umutlu..

İzlediğimiz her korku filmi sonrası tek hecede biten varlıklar çağırırdık. Ve büyük aşklar yaşardık tek gecede biten. Kimyayı severdik, felsefeyi de.. ama en çok giden sevgilinin ardından ayyaş filozof kesilmeyi;

Hani sen karanlık odaya vuran araba farları gibi geçip gittin ya hayatımdan, hani mevsim kıştı ve başka bedenlere yorgan olmuştun. Hani bir intiharın eşiğinde durmuştum olası depremlerden korunmak için. O yıkımlar ki temeli bozuk bedenlerden, işçiliği özenli, içi boş mücevherlerden uzak durmayı öğretti.. Şimdi düşünüyorum da, son akşam yemeğinde mesihin elinde tuttuğu kâseydin yalnızca sen, içine aktıkça kızıla boyanan. Ve ben fazla değer biçmişim terziliğimin saf günlerinde.. Saatte yirmi iki kilometre hızla birbirine doğru koşan iki sevgilinin kavuşması anında ortaya çıkan enerjinin hormon cinsinden değeri yüksek olabilir, ama gerçek aşk hormonla ters orantılıdır. Değeri ise sınav boyunca anlaşılmaz..
Boş şarap şişesinden şamdan, ayran paketinden kül tablası, hayallerden dünyalar yapardık. Ama sevemezdik hayatı, çok fazla neden aramazdık, tarzımız değildi yaşamak.. Hayır, hayata yenilmedik. Sadece saha şartları nefes almaya elverişli değildi.. yaşamı iptal ettik!

-Hayata daha pozitif bakmalısın
-Hala fıkra anlatan insanlar varken mi?
-Ama onlar bundan mutlu oluyor
-Bu daha kötü ya!
-İnsanları küçük görmemeliyiz
-O halde büyüteç getir

Raf ömrü dolmuş politikacıların son kullanma tarihlerini gizli gizli silen bir halkın, bir gün elindeki silgiyi bırakıp yeni bir tarih yazmasını beklemek hayalcilik olur. O yüzden ben derim ki marsta su bulunduğu gibi baraj yapılsın. Sonradan seçim derdine, geçim derdine düşmeyelim. Siyaset, halk, cunta üçgeninde iç acıların toplamı bin dokuz yüz seksene eşittir. Sağ ve sol kenar hüzünlüğü eşit ise buna ikiz mezar ülkem denir. Susturmaya çalışmayın hem, demokrasilerde kalem tükenmez!
Çocukken sokaklara çıkmaya can atarız, büyüyünce de eve kapanmaya. Oysa tam tersi olmalı, bu kadar zulüm ve sefalet yaşıyorken dünya.. Sanırım kokuşmuşluğun içinde barıştan bahsetmek yerine sessizce uygarlığın yıkılmasını beklemeliyiz. Belki doğanın savaşı sonsuz barışı getirir..

Yazmak kişisel rahatlamadan başka bir şey değildir. O yüzden çok fazla sosyal mesaj barındırmasını hoş karşılamam edebi zincirin. Sırf peçete koleksiyonu yapmak için barlarda şarkı söyleyen insanlar gibi.. Sosyal sorumluluk projesi kapsamında her aptala bir nöron, ya da en kısa çözüm olan her şehre bir Neron sağlanmalı.

Yazan herkesin düşünebilme yeteneği olduğunu sanmayın sakın. Bir dönem mektup ucu yakan bir halkın toplu halde eline kalem alması hiç şaşırtıcı değil. Önemli olan yazdığı ile yaşadığının paralellik göstermesidir. Bir yanda isyan, bir yanda konfor varsa orada duracaksın. Ya bizi kandırıyordur, ya kendini. Zaten kaç usta aşabildi ki dürüstlük bendini..

Ne zaman imza günü düzenleyen bir yazar görsem, aklıma “gel vatandaş gel” diye bağıran pazarcılar gelir. Durumu samimiyet çerçevesinde değerlendireyim diyorum, olmuyor. Şairler duygusal insanlarsa neden sürekli göz, dudak, kaş ekseninde gezinir dururlar şiirlerde? Hormon baldan tatlı mıdır? Sağ ayak serçe parmakları sevdaya dahil değil mi misal? Gidin edebiyatı çok düşürmeden..

Tüm bu sahteliklerden sonra gece yaşamak ilkel bir korunma biçimi oldu. Geceleri sokağa çıkan, sabaha doğru ortadan kaybolan sokak köpekleri gibiyim. Çünkü insanlar bencil, çünkü insanlar saldırgan, çünkü insanlar yalan! Bu yüzden kalemi nihale yaptım hayat ile arama. Alfabe kokusu bir kez beyne bulaşınca çıkmıyor, boşuna yıkama derdi ruhum, inanmazdım..

Her beyin kendi cehennemini içinde saklar. Isı yalıtımlı kafatasımın dış cephesinden dökülen gözyaşlarıyla suluyordum karanfilimi. Benim için ölümle yaşam arasındaki fark, mangalla barbekü arasındaki fark kadardır. Ama siz doğayı da sevin, canlılığı da.. misal birkaç çekirdeği karınca yuvalarının ucuna bırakın, ya da parmak arası terlik giyenlerin başlarından aşağı bir kova su dökün, belki kendilerine gelirler..

Anladım ki terazi burcu erkeği ile, şerefsiz burcu dünyasının uyumu sıfırmış. Yine de karamsar bakmıyorum, Başka Bir Dünya Mümkün!
 Taylan Özkan